“Yıllardır çözüm konuşuluyor, konferanslar düzenleniyor, anlaşmalar imzalanıyor. Sonuç hep aynı: Daha fazla kan, daha fazla ölüm, daha fazla sürgün.”
Hasan Alıcı yazdı✍️
Neden?
Çünkü bu sorunların çözülmesi istenmiyor. Çözümsüzlük, büyük güçlere her şeyden daha fazla kazandırıyor. Nasıl mı? Silah satışlarıyla, enerji ve maden olanaklarının denetimiyle, askeri üslere akıtılan sermayeyle ve elbette ki diplomatik kozlarla.
Çocuk Mezarlığına Dönüşen Filistin / Gazze
Gazze’de on binlerce çocuk öldürüldü, yüz binlercesi açlık ve sürgünle sınandı. Uluslararası Adalet Divanı “işgal hukuka aykırı” dedi, ama güçlüler işlerine gelmediği için görmezden geldi. Hukuk, rafın en üstünde tozlanmaya bırakıldı; hiçbir değeri yok.
Kürt Sorunu
Kürt realitesi, kan emiciler için bir koz olarak görülüyor. ABD için IŞİD’e karşı ortak, Türkiye için ulusal güvenlik meselesi, Rusya için pazarlık malzemesi ve Avrupa için göç kartı.
Peki Kürtlerin kendi hakkı ne?
Onu konuşan yok. Çünkü çözümsüzlük, bütün aktörlere pazarlık masasında avantaj sağlıyor. Herkes kendi işine geldiği gibi kaşıyor, kanatıyor.
Uluslararası Hukukun Çöküşü
Bu kanama devam ederken, geçtiğimiz aylarda dünya, uluslararası hukukun çöküşünü gözler önüne seren bir sahne izledi:
Dün “terörist” diye ilan edilen, başına milyon dolar ödül konan Ahmed el-Sharaa, bugün BM kürsüsünde “Suriye Cumhurbaşkanı” sıfatıyla konuştu. Daha dün “terörist” diye peşine düşenler, bugün onu alkışladı.
Bu sahne, uluslararası hukukun tabutuna çakılan çividir.
El bebek gül bebek Ahmed Sharaa iktidara oturduktan sonra Suriye’de Alevilere, Hıristiyanlara ve Dürzilere saldırılar arttı. Köyler boşaltıldı, sivillerin canına kastedildi. Kadınlar zorla kaçırıldı. Peki demokrasi nutukları atan barı ülkeleri ne yaptı? Sessizdiler. Çünkü petrol, üsler ve silah anlaşmaları, insanların yaşamından daha kıymetliydi.
2025 Nobel Barış Ödülü’nün María Corina Machado adlı bir kadına verilmesi, başta “kadınlarda/kadına verildiği için” sevinç duygusu uyandırdı. Ama hemen ardından gelen tablo, bu ödülün değerini gölgeledi.
Machado, barışa dair hiçbir samimi pratik ortaya koymadı; aksine ödülünü aldığı gibi Donald Trump’a armağan etti. Üstelik kendisinin ABD’nin desteğiyle iktidara taşındığı, hâlen de Arjantin’deki ABD konsolosluğunda saklandığı iddiaları dolaşıyor. Eşitlikçi, halkçı bir vizyon taşımadığı; gücünü halktan değil Washington’un gölgesinden aldığı açık.
Bu durum, ödülü Machado’ya veren Nobel Komitesi’ni, aslında bizzat Nobel’in itibarını zedeledi. Çünkü barış ödülü, barışa değil siyasete ve ittifaklara peşkeş çekildi. Her değerin ayaklar altına alındığı bu konjonktürde, bu tür ödüllerin dağıtılması da ayrı bir tartışma konusu.
Öte yanda Venezuela’da Nicolás Maduro, kendini “solcu” diye tanıtırken aslında solun en büyük düşmanına dönüşmüş durumda.
Ekonomik çöküş, yolsuzluk, halkın temel ihtiyaçlara erişememesi, devlet şiddeti ve sayamadığım tonlarca halk düşmanı faaliyette bulunan Maduro’nun iktidarı; akıldan, bilimden ve vicdandan kopmuş bir yönetimin örneğidir.
Böyle bir “solculuk”, halkın gözünde solun adını lekelemekten başka bir şey yapmaz. Halkı yoksulluğa mahkûm eden, muhalefeti ezen, doğayı hiçe sayan bir rejim; adına sol dese de özünde solun düşmanıdır.
María’nın ABD gölgesindeki sözde “demokratlığı” ile Maduro’nun halkı ezen “solculuğu” aynı noktada buluşuyor:
Her ikisi de halkların umudunu çalıyor, eşitlik ve özgürlük kavramlarını kirletiyor.
Filistin için milyonlarca insan dünyanın dört bir yanında sokaklara çıktı. Kimse “Hamas iyidir” demedi;
herkes “çocukları öldürmeyin” dedi. Sumud Filosu, denizlerden vicdan taşıdı, Gazze’ye insani koridor açmaya çalıştı. Gençler meydanlarda, üniversitelerde, sosyal medyada “başka bir dünya mümkündür” diye haykırdı.
Bu dayanışma gösteriyor ki halkların vicdanı, tarihin tekerleği tüm engellere, örülen tüm duvarlara rağmen ileriye doğru dönüyor.
Uruguay’ın eski başkanı José “Pepe” Mujica, köpeğinin yanı başına, kendi bahçesine gömülmeyi istedi. Bu sadelik keşke Maduro’da da olsaydı.
Gerçek büyüklük saraylarda değil, toprakla, doğayla ve halkla birlikte yaşamaktadır.
Uluslararası hukuk çökmüş olabilir.
María gibi ABD gölgesinde “demokrat” diye pazarlanan liderler de, Maduro gibi halkı ezen “solcular” da çıkabilir. Ama halkların hafızası uzun, dayanışması güçlüdür.
