(LONDRA) – 3 Kasım 2024’te 13. Genel Kurulu’nu gerçekleştiren HDK’da yeni dönemin eş sözcüleri Meral Danış Beştaş ve Ali Kenanoğlu, gündeme dair açıklamalarda bulundu.
MA’dan İbrahim Irmak ve Ferhat Sezgin’in gerçekleştirdiği röportajda soruları yanıtlayan eş sözcüler, yeni dönemde yapacakları çalışmaları anlatırken, yeni bir çözüm süreci olasılığıyla ilgili, henüz bir diyalogun var olmadığını, barışın toplumsallaşmasının önemli olduğunu vurguladılar.
Yeni Bir Çözüm Süreci Mümkün mü, Yöntemi Nedir?
Yeni yasama yılının 1 Ekim 2024’te başlaması ile Türkiye’de Kürt Sorunu’nun çözümüne ilişkin beklenmedik gelişmeler meydana geldi. Devlet Bahçeli’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’la ilgili çağrısı, aradana iki hafta geçmeksizin belediyelere kayyım atamalarının gelmesi gibi durumlar, neyin yeni, neyin eski olduğu hususunu muallakta bıraktı.
MA’nın sorularını yanıtlayan HDK Eş Sözcüleri Beştaş ve Kenanoğlu da yaşananlara ilişkin görüşlerini dile getirdi.
Beştaş ve Kenanoğlu ile Röportajdan Satırbaşları
HDK’nın işleyişine ilişkin soruları yanıtlayan eş sözcüler, HDK’nın çözüm sürecine ilişkin edinebileceği rol ve katkılarıyla ilgili de şu soruları yanıtladı:
HDK, kurulduğu günden bu yana çalışmalarını meclisler üzerinden yürütüyor. Yeni meclislerden birisi de Adalet Meclisi oldu. Bu meclisin neden kuruldu, yeni dönemde nasıl bir sorumluluk üstlenecek?
Ali Kenanoğlu: Cumhuriyet ikinci bir yüzyıla girdi ve biz hep şunu söylüyoruz; Geçmiş yüzyıldan ders alarak, ikinci yüzyılı örgütlememiz gerekiyor. İkinci yüzyılda bir demokratik cumhuriyeti inşa etmek gerekiyor. Aslında tamamıyla bir devletin ve toplumun yeniden inşasından bahsediyoruz. Bu anlamıyla kongre de aslında toplumu ve toplumun örgütsel alanını yeniden inşa edecek bir yapıdır. Tam da bu süreçte arzu ettiğimi gibi; Türkiye’nin demokratik cumhuriyete evirilmesi, geçmiş yüzyılın hatalarının ortadan kaldırılarak, yeni yüzyılın inşası konusunda önemli unsurlardan birisi de adalet alanıydı. Dolayısıyla bu yeni inşa sürecinin bir adalet mekanizmasıyla örülmesi hepimiz açısından elzem bir durum. Dolayısıyla biz bu süreçte HDK’nin bu alanda aktif olması, ikinci yüzyılda demokratik cumhuriyetin adalet, eşitlik ve hukuk temelinde bir zemine oturtmak için böyle bir meclis kurduk. Eminim ki bu meclis de üzerine düşeni yerine getirecek ve önümüzdeki süreçte toplumun bu alandaki ihtiyaçlarına cevap verecek.
Kurulun sonuç bildirgesinde “Bir kez daha yaşadığımız ideolojik, politik ve örgütsel krizlerin aşılmasının yegâne yolunun Kongre paradigmasında buluşmak olduğu ispatlanmıştır” vurgusu öne çıktı. Bunu biraz açar mısınız?
Meral Danış Beştaş: Kongre paradigması aslında Türkiye’nin her tarafıyla temas eden, toplumsal kesimlerle birlikte mücadele eden ve mücadeleyi örgütleyen halk örgütlenmesini esas alıyordu. Birleşik toplumsal mücadele, toplumsal örgütlenmenin aslında bugün ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıktı. İşte son yaşadığımız seçimler, tartışmalar, ekonomik buhran, ülkenin kadın mezarlığına dönüşmesi, çocuklara yönelik suçlarda giderek artan ivme ve yine doğa talanı almış başını gidiyor. Kaz Dağları’ndan Akbelen’e kadar burada muhalefet edenlere yönelik baskının arttığı, muhalefet edenlerin birlikte hareket edemediği bir yaşam soluyoruz. İşte burada kongre paradigmasıyla, mesela bütün çevre savunucularının buluşması, birlikte Cûdî’den Akbelen’e, Akbelen’den Kazdağları’na, Kaz Dağları’ndan Kürt illerden yaşanan herhangi bir kırıma karşı ortak mücadelenin ne kadar belirleyici olabileceğini tespit ediyor. Teorisinde cumhuriyetin demokratikleşmesi, demokratik bir toplum, ortak vatanda birlikte yaşam ve demokratik ulus perspektifiyle bu yaşamın devam ettirilmesi bence kongrenin can damarlarını oluşturuyor.
Ortak mücadele olmazsa olmaz diyorsunuz…
Meral Danış Beştaş: Yani Alevi, Sünni, Hristiyan, Kürt, Laz veya Çerkez… Hangi dil, inanç ve kimlikte olursa olsun hepimiz bu demokratik ulusun bir parçasıyız ve bir arada eşit ve özgür koşullarda yaşayabiliriz. Bunu oluşturmak için de tabi ki bunu söylemek, bunun mücadelesini vermek ve örgütlenmek gerekiyor. Örneğin Alevi toplumuna yönelik ‘Cemevini ibadethane olarak kabul etmiyorum’ denildiğinde Alevi toplumu buna itiraz etmez ve bunun mücadelesini yürütmezse ilelebet böyle kalacaktır. Kürtler ‘anadilimde eğitim görmek istiyorum’ diyor ama maalesef buna ilişkin anayasal bir engel var. Anayasal temelde buna karşı mücadeleyle bu aşılabilir. Kamusal alanda herkesin kendi anadiliyle konuşması o kimliğin ve diğer farklılıklarla beraber mücadelesiyle olabilir. Yani kongrenin en çok heyecan duyduğum bölümlerinden birisi şu; Kürtler, sadece Kürt meselesi için mücadele etmemeli. Yani bir Türk de Kürt meselesinin çözümü için elini taşın altına koyup mücadelesini vermeli. Bir Kürt de Kaz Dağları için mücadele etmeli. Yani herkes ‘kendi derdimin çözümünü istiyorum’ yerine, ‘birlikte bütün dertlerimizin mücadelesini verelim’ demeli. Yoksa herkes kendi alanından mücadele eder ve birbirine değmezse o birlikte mücadele de yürümez. Bu nedenle bu bir farkındalık da yaratıyor aslında.
Ülkenin en büyük sorunlarının başında Kürt sorunu geliyor. Sizin de öncelikleriniz arasında. “Yeni süreç” tartışmalarını da göz önünde bulundurursak, HDK olarak Kürt sorununa dair nasıl bir yol haritanız var?
Ali Kenanoğlu: HDK olarak Kürt sorununu batıya aktarma, anlatma ve onu anlaşılır kılmak gibi bir görevimiz var. Kürt sorunu; Kürtler ne diyorsa odur. Biz Kürtler için ‘Sizin sorununuz o veya bu değil, şudur’ deme lüksüne sahip değiliz. Keza Aleviler kendileri açısından sorunu ne olarak görüyorsa sorun odur. Yaşam savunucuları, kadınlar sorun olarak neyi görüyorsa sorun odur. Biraz bu perspektifle bakan bir anlayışa sahibiz. O yüzden alan meclislerimiz var. Herkes kendi alanında çalışıyor ve alanın sorunlarını tespit edip HDK’nin politikalarını ve çözüm yollarını oluşturmaya çalışıyor. Bu anlamıyla Kürt sorunu meselesinde bizim aktarmamız gerekenler batı yakasınadır. Yani bu sorunun varlığını, yakıcılığını, bu sorunun çözülemediği takdirde ülkenin başına gelecek felaketleri, her birimizin yaşamını nasıl etkilediğini anlatmak gibi bir sorumluluğumuz var. HDK olarak Kürt sorununun tespitiyle değil, sorunun çözümü noktasında batı yakasını bu işin içerisine nasıl katarız durumu bizim için önemli.
Sizce Kürt Sorunu’nun çözümü nasıl mümkün? HDK’ye çözüm noktasında hangi sorumluluklar düşüyor?
Ali Kenanoğlu: Kürt sorununun çözümü ya da barış dediğimiz şey birkaç insanın barışması meselesi değil. Barışın toplumsallaştırılması meselesi önemlidir. Trakya’da yaşayan insanların da bu barışın Türkiye açısından ne kadar önemli olduğunu bilmesi ve barışması gerekiyor. Çünkü batı yakasında, özellikle 2015 çatışmalı sürecin başlamasından bu yana zehirli bir dil kullanılıyor. Kürt siyaseti ve Kürt halkının neredeyse tamamı terörize edilmiş, şeytanlaştırılmış bir pozisyonda duruyor. İktidar bunu bu şekilde kurdu ve 9 yıldır işletiyor. Dolayısıyla batı yakasında bu dili mahkum edecek bir gelişmeye ihtiyacımız var. Adı konulmamış bir şeyler yaşanıyor ve bu yaşanılan şeyin bir sürece evirilmesini ve devamında bir barışın oluşması noktasında HDK’ye görevler düşüyor. Örneğin toplumsal alanı örgütleyerek, barışın tesisi açısından bir toplumsal baskı kurmak. Çünkü özellikle kendi bekasını düşünen ve seçim kazanmak üzerine politika sürdüren bir iktidarla karşı karşıyayız. Dolayısıyla üzerlerinde toplumsal bir baskı hissetmezlerse bu işi kendi keyiflerine göre ya da hiç yürütmeyecekler.
“Yeni süreç” tartışmalarına dair bir kafa karışıklığı söz konusu ya da iktidar uygulamalarıyla böylesi bir tablonun oluşmasını istiyor. İktidarın hedefi ne?
Meral Danış Beştaş: Bence iktidarın da kafası karışık. Tabi 1 Ekim’den bu yana yaşanan gelişmeler çok tartışılıyor ama ben buna bir süreç demem. Ortada bir görüşme, temas, diyalog kamuoyuna yapılan bir açıklama söz konusu değil. Yani bir girişim yok. Sadece Devlet Bahçeli’nin tecridin kaldırılmasına ve Abdullah Öcalan’ın gelip grup toplantısında konuşması yönünde bir çağrısı var. Henüz bu konuda iktidar cephesinden somut bir açıklama gelmemekle beraber ben bu konuda aralarında tabi ki bir temas ve uzlaşı olduğu kanaatindeyim. Türkiye’nin en önemli sorunu, hele hele tecridin 44 aydır sürdüğünü ele alırsak birbirlerinden bağımsız olduğunu düşünmek mümkün değil.
HDK olarak tabi ki diyalog ve müzakerenin destekçisi oluruz. Toplumun da bunun karşısında tepki değil, desteklemesi gerektiğine inanıyoruz. Desteklemesi için de barışın toplumsallaştırılması ve inşası gibi bir perspektifimiz var. Türkiye’deki bütün problemlerle birlikte barışın da etkili ve belirleyici bir yerde olduğunu not ediyoruz. Yani bunu öylesine söylemiş değiliz. Şuanda evet kafalar karışık, herkes ne oluyor diye bir tartışma yürütüyor. Hem yandaş basın hem de muhalif basın farklı perspektiflerle bunu tartışıyorlar. Ama neticede çatışmasız bir ortamın sağlanması, demokratik siyaset kanallarının sonuna kadar açılması, bu konuda gerekli adımların atılması gün gibi ortada. Yani bu konuda Kürt hareketinin de yaklaşımı uzun yıllardır belli. Öcalan da bu konuda 2013-2015 yılları arasında görüşme notlarındaki yaklaşımının da barıştan ve çözümden yana olduğunu ifade ediyor. Ben de bu koşulların oluşturulması gerektiği düşüncesindeyim. Başka bir yol, başka bir çıkış yok.
Bir yandan “yeni süreç” tartışmaları yürütülürken, diğer yandan belediyelere kayyım atanıyor. Kayyımla Kürt Sorunu çözülür mü?
Meral Danış Beştaş: Bunun yolu kayyum atamaktan geçmiyor. 3 dönemdir kayyum atanıyor ve kayyum hakikaten izahı bile güç bir mesele. Halkı reddeden, kararlarını yok sayan, oylarını geçersiz sayan bir darbe. Hatta darbe bile bunu karşılamıyor. Çünkü ortada yaratılan bir zemin üzerinden keyfi bir uygulama var. Savcılar, yargı bağımlı halde. Herhangi bir belediye başkanı hakkında soruşturma açılması hiç öyle günlere de gerek yok saatlere bakar. Bu konuda ‘Yok şunun davası vardı, yok bunun davası vardı’ yönünde yapılan tartışmalar gerçekten çok gereksiz tartışmalar. Davaya gerek yok. Hele hele Adalet Bakanı’nın son yaptığı açıklama; ‘Cezalar kesinleşmediği için belediye meclisi, belediye başkan vekilini seçemiyor. Kesinleşirse belediye meclis üyesi seçebilir.’ Yani ceza kesinleşmediği için halk cezalandırılıyor. Böyle bir değerlendirme olabilir mi? İşte bu yüzden kafaları karışık. HDK, halk iradesinin esas olduğu kanaatindedir ve halk iradesinin aksine bir girişimi ve darbeyi kabul etmez. Bence bugün Yozgat’taki veya Edirne’deki yurttaş da, onun seçtiği belediye başkanı oradan alınıp yerine bir memur gönderildiğinde ne hissedecekse Batman, Mardin ve Halfeti halkı da onu hissediyor. O empatiyi geliştirmek de yaymak da bizim görevlerimiz arasında.
Kürt sorununun çözümü için ilk olarak PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kırılmasını vurguluyorsunuz. Öcalan, 23 Ekim’de ‘Tecrit hala devam ediyor’ dedi. Öcalan’ın olmadığı bir barış mümkün mü ve tecrit nasıl kaldırılır?
Meral Danış Beştaş: Tabi ki tecrit olmamalı, kaldırılmalı ve kabul edilemez. Tecrit bugün uluslararası hukuk mekanizmalarının üzerinde uzlaştığı bir mesele olarak bir işkence yöntemidir ve işkencelerde zamanaşımı yoktur. Ne zaman olursa olsun bu suç olarak not ediliyor. Nasıl kırılabilir? Tabi ki toplumsal reflekslerle, mücadeleyle, dirençle. Bunun hukuksuzluğu, işkence yöntemi olduğu birçok kesim söylüyor. Ayrıca Kürt meselesinin çözümünde Sayın Öcalan’ın belirleyicilik ve muhataplık rolünü birçok kesim söylüyor. DEM Parti’nin bu konuda açıklamaları, etkinlikleri var. Yine DBP’nin kesintisiz bir direnişi ve eylem planlaması var. Çok sayıda miting yapıldı. Tecrit devam ediyor ve bir kere görüşmekle tecrit bitti diyemeyiz. CPT’nin de bu konuda raporları var ve Türkiye yayınlamasına bile olur vermiyor. Yine AİHM’in tecrit adı altında olmasa da umut hakkı kapsamında bir kararı var ve en son BM’nin İşkenceyi Önleme Komitesi’nin bir raporu yayınlandı. Bu komite tecride özel 2 paragraf ayırmıştı. İmralı tecridine, oradaki mahpuslara ve Sayın Öcalan’a dair toplu bir değerlendirme yapmış, bu konuda Türkiye’ye açık çağırıda bulunmuş. Fakat Türkiye’de haber bile olmadı bu. Yani bu yönüyle hukuk açısından da mutlak surette derhal bitmesi gerekiyor.