(KÖLN) – Avrupa Alevi Gençler Birliği (AAGB), 15 Kasım 1937’de Elazığ’ın buğday meydanında oğlu ve yedi arkadaşıyla birlikte asılarak katledilen Seyit Rıza’yı 87. ölüm yıl dönümünde andı.
AAGB, resmi sosyal medya hesabından yaptığı “Munzura Atılan Taşlar” başlıklı açıklamasında Dersim Katliamı’na da değinerek “Unutmayacağız” vurgusunda bulundu.
AAGB’nin Açıklamasının Tam Metni
AAGB, resmi sosyal medya hesaplarından yaptığı açıklamada şunları kaydetti:
Munzura Atılan Taşlar
“Aslında anlatmaya yeniden başlamak, tarihe tekrar tekrar not düşmekle birlikte devreden bir toplumsal travmayı da tetiklemektedir. Sosyal psikiyatrideki bu terim, Alevi toplumunun kapanmayan yaralarını tam anlamıyla tarif etmektedir. Kalu beladan bu güne, Kalender Çelebi’den boynu vurulup derisi yüzülen Nesîmî’ye, halka zorla taşlattırılan ve sonra da asılan Pir Sultan’dan, Serez meydanında boynuna urgan dolanılan Şeyh Bedrettin’e kadar sayısız kıyım ve katliama maruz kalmıştır Alevi toplumu.
“En iyi ihtimalle sürgün”
Ortadoğu, farklı olanın, kendine özgü olanın ve özgün kültürel dokulara sahip olanların öğütüldüğü, kör kuyulara atıldığı, yakıldığı ve kılıçtan geçirildiği bir coğrafya olagelmiştir. Tarihin hangi evresine bakarsanız bakın, mevcut iktidar dinine ve ırkına mensup değilseniz, katliniz vacip olmuştur. Hakkınızda fermanlar çıkarılır, üstünüze ordular gönderilir veya en iyi ihtimalle sürgün edilirsiniz.
Hem içeriden hem de dışarıdan saldırılara açık olan Alevi-Kızılbaş toplumu da bu saldırılardan nasibine düşeni fazlasıyla almıştır.
“Katliamcı Osmanlı’nın genç mirasçısı…”
Tarihler 1937’yi gösterdiğinde Dersim; inancını, kimliğini ve dilini özgürce yaşamak isteyen canlarımızın üstüne kana susamış olanların ölüm saçtığı bir coğrafyaya dönüştü. Katliamcı Osmanlı’nın genç mirasçısı olma “gururunu” göğüslerinde bir madalya gibi taşıyan yeni cumhuriyetin katliamcı veliahtları, atalarından kalır bir tarafları olmadığını kanıtlamışlardı. Görünürde modernize olmuş ancak fikriyatındaki gericiliği hiçbir zaman elden bırakmayan bu güruh, Koçgiri katliamından sonra yönünü Dersim’e çevirmişti. İlk yüzyılını yakın tarihte tamamlayan cumhuriyetin kanlı tarihi, boynuzun kulağı geçtiğine dair sarsıcı bir kanıttır.
Dersim’de yakılan köyler, yıkılan evler, toplu kıyımlar, çocukların evlatlık verilmesi, kalanların sürgün edilmesi ve son olarak da sahte bir tarih yaratılmasının altında yatan neden, vahşetin boyutlarının çarpıtılması ve saklanması anlamına gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti, tüm Alevi katliamlarında olduğu gibi; gerçeklerle yüzleşmek yerine, tarihi çarpıtmak için sahte bilgiler yaymış, gerçeklerin üstünü örtmek için özel bir çaba sarf etmiştir. Dersim Katliamı’nda da resmi tarih elinden geleni yaparak katliamın gerçek boyutlarının üstünü kapatmak istemiştir.
“Seyit Rıza bizim pirimizdir”
Seyit Rıza bizim pirimizdir. O, ikrarlaştığı canlarla Halvoride cem kurmuş ve coşkun akan Munzur’a bir söz vermişti. O ve yol arkadaşları, ikrar verip Munzur’a, sonra birbirlerine niyaz olup Haq kıllesi kestiler. Her bir can üç çakıl taşını Munzur’a atıp, rızalık aldılar. Munzur Bawa şahitliğinde, Hak ve hakikat aşkına yola revan oldular. Xızır’ın gayreti, itikatlerine her daim rehber oldu.
İnançlarını, dillerini, kültürlerini, itikatlarını asla ama asla düşürmediler. Yoldan düşmektense, ikrardan düşmektense, serden vazgeçmeyi kefensiz yatmayı kabul ettiler.
Unutmayacağız, dönemin Nazi Almanya’sından, Dersim’in üzerine yağdırılmak için kimyasal gaz alınması emrini veren Mustafa Kemal Atatürk’ü! Unutmayacağız, bir Ermeni kız çocuğu iken evlatlık alınıp bir canavara dönüştürülen Sabiha Gökçen’i! Unutmayacağız, savaş hukukunu bile hiçe sayan düzmece mahkemelerini, onursuzca ve pervasızca saldırmalarını!
Varsın mezar yerlerini bile açıklamaktan korksunlar. Onların anısı, dört metrelik bir beze, iki metrekarelik bir çukura sığmayacak büyüklükte. Şimdi anıları, isimleri ve resimleri Paris’in banliyölerinden Pazarcık’ın bir dağ köyüne, Toronto’nun buzlu kaldırımlarından, Melbourne’nin kavurucu sıcağını soluyan ve dünyanın dört bir tarafına yayılan her Alevi’nin kalbinde.
Aşk ile.”