(İSTANBUL) – Görevden el çektirilen ve yerine kayyım atanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutukluluğuna itiraz edildi.
Nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesi’ne iletilmek üzere 7. Sulh Ceza Hakimliği’ne Özer’in avukatları tarafından verilen itiraz dilekçesinde, tahliye talep edildi.
Dilekçede, “Bir kişiyi suçlu ilan etmeden önce, onun özgürlüğünü kısıtlamak, hukuk sisteminin insan onuruna ve özgürlüklerine saygılı bir şekilde işlemesi gerektiği ilkesine aykırıdır” denildi.
İtiraz Dilekçesini Avukat Kızı Seraf Özer ve Beraberindeki Avukatlar Verdi
Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutukluluğuna itiraz edildi. İtiraz dilekçesini Özer’in avukat kızı Seraf Özer, Şevket Tuci, Murat Sadak, Elif Altınok ve Serbülent Özavcı İstanbul Nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesi’ne iletilmek üzere İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliği’ne sundu. Dilekçeyle birlikte Ahmet Özer’in “Parti Meclis Üyeliği Adaylık Başvuru Formu ve CHP Milletvekilliği Aday Adaylığı”, “Henüz tutuklamaya sevk işlemi dahi yapılmamış iken, saat 20.52’de Sabah Gazetesi ve A Haber’de yayımlanan kayyım atama haberleri”, “Rojda Şenses’e İlişkin Mahkeme İlamı” dahil 15 ayrı ek belge sunuldu.
İtraz Dilekçesinin Gerekçesi
“Yargının temel işlevlerinden biri adaletin sağlanmasıdır; ancak bu adaletin sağlanmasında insanı ve empatiyi göz ardı etmek, mekanik bir sürecin ötesine geçemeyen bir yargı sistemine yol açabilmektedir. Yargı süreci, bireylerin özgürlüklerini ellerinden alan en sert yaptırımlardan biri olan tutuklama kararı ile sonuçlanabileceği için, her adımda insani boyutların göz önünde bulundurulması zorunludur” denilen dilekçede, şu gerekçelere yer verildi:
“Bu noktada empati, yani olayların sanığın yerine kendini koyarak değerlendirilmesi, adil bir yargılama sürecinin vazgeçilmez bir parçası olmalıdır. İnsanoğlunun tarih boyunca bulduğu en büyük ceza, idam olmuştur. Ancak modern hukuk sistemleri, idamın geri döndürülemez sonuçları nedeniyle bu cezayı çoğunlukla terk etmiştir. Bunun yerine, insanları belirli bir süre için hapsederek cezalandırma yöntemi yaygın hale gelmiştir. Fakat bir insanı haksız ve hukuksuz bir şekilde dört duvar arasında, kilitli bir mekânın içinde tutmak da idam cezasından farklı olarak değerlendirilemez. Kapıları kilitli bir mekânın içine kapatılmak, bir nevi zamanın donduğu bir boşlukta yaşamak anlamına gelir. Bu durum, kişinin hayatını durma noktasına getirir ve sürekli aynı zamanı tekrar tekrar yaşaması anlamına gelir. Dolayısıyla, tutuklama kararları verilirken bu ağır sonuçlar her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.
“Tutuklama geçici bir tedbirdir”
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi, tutuklama kararlarının ancak belirli koşullar altında verilmesi gerektiğini açıkça ortaya koyar. Bu koşullar, tutuklamanın bir tedbir olduğunu ve suçluluğu kesinleşmemiş bir kişinin hürriyetinden mahrum bırakılmasının ancak son çare olarak düşünülmesi gerektiğini vurgular. Ne var ki, uygulamada bu ilkeler çoğunlukla ihmal edilmekte ve tutuklama kararı adeta bir cezalandırma aracı olarak kullanılmaktadır. Oysa tutuklama, yalnızca kaçma şüphesinin bulunduğu veya delillerin karartılabileceği durumlarda uygulanması gereken geçici bir tedbirdir. Bir kişiyi suçlu ilan etmeden önce, onun özgürlüğünü kısıtlamak, hukuk sisteminin insan onuruna ve özgürlüklerine saygılı bir şekilde işlemesi gerektiği ilkesine aykırıdır.
“Tutuklama kararları sadece yasal bir süreç değil, aynı zamanda insanın zamanına ve yaşamına müdahale eden bir uygulamadır”
Yargının, empatiyi bir kenara bırakmadan her bireyin özgürlüğünün kutsallığını göz önünde bulundurarak karar vermesi gerekir. Tutuklama kararı, sadece bir hukuki tedbir değil, aynı zamanda kişinin yaşamını durdurmak, ailesi, işi, sosyal çevresi ile bağlarını kesmek anlamına gelir. Bu bağlamda, bir tutuklama kararı vermeden önce bir kez daha düşünmek, bu kararın insan hayatı üzerindeki derin etkilerini hesaba katmak, adil yargılamanın olmazsa olmazıdır. Adalet, sadece suçluların cezalandırılması değil, masumiyet karinesine saygı gösterilmesiyle de ilgilidir. Bu nedenle yargı organlarının, tutuklama gibi ağır tedbirleri uygularken insan onurunu korumayı ve bireyin temel haklarını göz ardı etmemesi gerekir. Tutuklama kararları sadece yasal bir süreç değil, aynı zamanda insanın zamanına ve yaşamına müdahale eden bir uygulamadır.
Empati ile hareket eden bir yargı, bireyleri adil bir şekilde yargılama sorumluluğuna sahip olmalıdır. Bu kapsamda dosyanın içeriği ve olayların gelişimi ile mevcut delil durumu dikkate alındığında, CMK 100. maddesinde aranan tutuklama nedenlerinin oluşmadığı açıktır. Bu kapsamda, müvekkilimin tüm açıklamalar doğrultusunda derhal serbest bırakılmasını talep etme zorunluluğu hasıl olmuştur.”
“227 bin 608 seçmenin oyunu alarak yüzde 49,04 gibi bir rekorla belediye başkanı seçilmiştir”
Dilekçede, Ahmet Özer’in İstanbul’un en büyük ilçesinde, 31 Mart 2024 tarihinde yapılan belediye seçimlerinde, Esenyurt’ta oy kullanan 642 bin 455 seçmenin 227 bin 608’inin oyunu alarak yüzde 49,04 gibi bir rekorla belediye başkanı seçildiği de anımsatılarak, şöyle devam edildi:
“Ahmet Özer, en yakın adaydan da yaklaşık 46 bin fazla oy almıştır. Esenyurt halkının açık iradesiyle seçilen başkanın haksız yere görevden uzaklaştırılması sonrası, seçmen iradesine aykırı biçimde bir atamayla belediye başkan vekili görevlendirmesi yapılmıştır. Kayyım uygulaması, özellikle terör suçlarından tutuklanan ya da görevden uzaklaştırılan belediye başkanları için belediyelere mülki amirler tarafından kayyım atanması gerekliliğini ortaya koyan bir düzenlemedir. Bu uygulama, anayasal ve hukuksal açıdan birçok tartışmayı beraberinde getirmektedir.
“Kayyım atanması, müvekkilimizin tutuklanmasından değil, görevden uzaklaştırılmasından kaynaklanmaktadır”
Belediye Kanunun 45. maddesi, terör suçlarından tutuklanmak veya görevden uzaklaştırılmak Belediye Başkanın yönettiği Belediyeye, Başkan Vekilinin Belediye Meclisi içinden yapılan seçimle değil, mülki amirlik tarafından atanmasını öngörmektedir. Müvekkilimizin tutuklanmasının ardından, aynı zamanda görevden uzaklaştırma yönünde idari işlem de yapılmıştır. Dolayısıyla Belediye Başkanlığına kayyım atanması, müvekkilimizin tutuklanmasından değil görevden uzaklaştırılmasından kaynaklanmaktadır.
5393 sayılı Kanun’a eklenen düzenlemenin, Anayasa’nın 2, 14, 67 ve 127. maddelerine; Ayrıca, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın 7. maddesine de aykırı olması bir yana kayyımı doğuran hukuki neden tutukluluk değildir. Haliyle Müvekkilimizin tutukluluk halinin sona ermesi ve özgürlüğüne kavuşması idari yönden Belediyenin yönetimine etki etmez. Tüm bunların yanında Müvekkilimiz görevden de uzaklaştırılmıştır. Eğer ki tutuklulukla amaçlanan belediye başkanının görevden uzak kalmasıysa, tutukluluk halinin ortadan kalkması belediye başkanını görevine döndürememektedir. Bu konuda İçişleri Bakanlığında ayrıca bir idari karara ihtiyaç bulunmaktadır.”
Asliye Ceza Mahkemesinin, itirazla ilgili 3 gün içinde bir karar vermesi bekleniyor.