İsraf ve inkar merkezi Diyanet İşleri Başkanlığı’nı salt milyon dolarlık lüks araçları ve şatafatlı otel harcamalarını tartışmak elbette önemlidir. Erbaş’ın Arapça bilip bilmediğini tartışmak da önemli olabilir.
Medyada bu derinlikteki tartışmalar, Diyanet gerçeğini anlamamıza ve bu kurumun geleceğimizi nasıl tehdit ettiğini farketmemize yetmiyor. Diyanet’in yapısal varlığının Anayasa ve laiklik açısından konumu derinlemesine ve tüm yönleriyle tartışma dışına çıkarmak, gerçekle yüzleşmeyi erteliyor.
Oysa tartışılması gereken asıl husus, Diyanet’in varlığıdır. Lüks araçları, israfları, mezhepçiliği ve özel hayata müdahalesi ve iktidarın şeyhülislamcılığı, zaten bu kurumun varlık sebebidir.
Bu kurumun laikliğe neden aykırı olduğu ve işlediği anayasal suçlar tartışılmalıdır.
Yalan 1: Diyanet siyasi görüşlerden uzaktır!
Diyanet İşleri Başkanlığı Anayasa’nın 136. maddesinde belirtildiği üzere “bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin uzağında, laiklik ilkesi doğrultusunda” görevlerini yerine getirmesi beklenen bir kurum olarak tarif edilmiş.
Oysa Diyanet’in görev alanları ve hizmetlerine bakıldığında, bu kurumun Anayasa’yı ihlal ettiğini ifade edebiliriz.
Çünkü bu kurum, bırakın “bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin uzağında” kalmayı, aksine İslamcı iktidar siyasetinin merkezinde yer almıştır. Diyaneti ve camileri ise AKP iktidarının propaganda yaptığı şubeler haline getirmiştir. Dini mesajlardan vermekten çok, başta İslamcılık üzerinden siyaset olmak üzere, her konuda ahkam kesen bir kurum halini gelmiştir.
Yalan 2: Diyanet laiklik ilkesi doğrultusundadır!
İnananlar ya da inanmayanlar da dahil, tüm farklı yaklaşımdaki toplumsal kesimlerin din, vicdan, inanç ve düşünce özgürlüğünün teminatı olan “laiklik ilkesi doğrultusundaki” görev ve hizmetleri dışlayan Diyanet, laiklik karşıtı bir odak ve Anayasa’ya aykırı bir kurum olarak, Sünnilik ekseninde mezhepçiliği kurumsallaştırmak ve toplumsallaştırmak amacıyla tekçi ve asimilasyoncu bir hedefe odaklı çalışmaktadır.
Özetle ifade edecek olursak, Diyanet siyasi görüşlerde uzak değil ve laiklik doğrultusunda hareket etmiyor.
“Demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” olduğunu Anayasa ile tanımlayan bir ülkede var olmaması gereken Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye’nin 100 yıllık kamburu olup, ayrımcılık ve devlet dindarlığı üreten bir kurum olarak, Sünni inancına mensup insanlarımızın vicdanlarına da devlet olarak hükmetmektedir.
Yani devlet Sünniliğini inşa ederken, sivil Sünni toplumunu da sömürmek ve istismar etmektedir. Yani bu kurumun varlığından şikayet edenlerin başında Aleviler değil, Sünniler ve diğer dini inanç toplulukları da geliyor.
Elbette Diyanet’in varlığından memnun olanlar da var; siyasi iktidarın sağ kolu gibi çalışan bu kurumu, aynı zamanda din istismarı üzerinden holdingleşen siyasal İslamcı cemaatler ve tarikatlar da memnundur.
Bu kurum kamuda dinci ve cemaatçi kadrolaşmanın transit salonu olduğu için, siyasal İslamcılar ve bu kurumun devasa bütçesinden nemalananlar memnundur.
Diyanet Asimilasyoncudur
Devletin resmi din anlayışının ve pratiklerinin dışında olan Aleviler ve diğer azınlıklar, dini ve insan gruplarına ya da inanmama hakkını yaşayan insanlara, asimilasyoncu tutumuyla sünnileştirmek için, homojen bir biatçı ve itaatçı mezhepçi toplum yaratmak istemektedir.
Siyaset ve hukuk alanında kendini dünyevi olarak sunup, uhrevi davranan bir iki yüzlülükle karşı karşıyayız.
AKP iktidarı son 21 yıllıdr bilime, sanata, eğitime, sağlığa, spora, kültüre ve sosyal hizmetlere bütçe bağlamında cimri davranırken, kat kat daha fazlasını, Diyanet İşleri Başkanlığı’na sunarak, mezhepçi dini finanse etmiştir.
Bu bir tür dinsel istismar olmakla birlikte, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmayı, çoğunluk inancı üzerinden örgütlenmeyi, azınlıklar üzerindeki sosyal baskı mekanizmasını güçlendirmeyi hedeflemektedir.
Oysa modern, laikliği samimi olarak benimsemiş devletler dine karışmaz, dine para aktarmaz, her hangi bir dini grubu kollamaz, taraf olmaz. İnanma ya da inanmama hakkı sadece ve sadece kişiyi ilgilendirir. Devlet ya da hükümet kişinin inanma ya da inanmama hakkından sorumlu ya da kişileri dindarlaştırma gibi kamusal bir görevi ve hizmeti olamaz.
Siyasi varlık gerekçelerini din istismarı, cemaat ve tarikatlarla işbirliğine dayandıran ya da cami ve İmam Hatip Okulları açarak gurur duyan politikacılar, siyasi partiler ve hükümetler Diyanet’in kurumsal varlığının, toplumsal barışa ve laiklik talebine yönelik tehdit boyutunu tartışmamızı sevmezler.
Biz bu köşeden açıkça “Her Dem Gerçek” diyerek, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kapatılmasının laikliğe ve toplumsal barış sağlamak için atılacak bir adım olacağını iddia ediyoruz.